30 Mayıs 2013 Perşembe

Aşk Dersi




1961’de Londra banliyölerinde Oxford’u kazanmak üzere hırsla yetiştirilen 16 yaşındaki Jenny, 30lu yaşlarındaki iş adamı David’le tanışır. David’in olgun karizmasıyla Jenny’nin ayaklarını yerden kesmesi uzun sürmez. Üstelik David’in kıvrak stratejilerinden, yalnızca gençliği, hevesleri ve ilgi ve bilgiye açlığının kurbanı olan Jenny değil, Jenny’nin tutucu anne-babası da etkilenir. Sonunda Jenny kupkuru ve daraltıcı bir hayatı kitaplarının arasında geçirip üniversiteye girmek ve kendi yolunu çizmekle, bu ona her şeyi sunma sözünü veren adamın kollarında sanatı, kültürü, seyahati tadıp kocasının karısı olmak arasında bir seçim yapmak zorunda kalır. Aşk Dersi, bir genç kızın ve her genç kızın gelecek hayalleri, görme, öğrenme, eğlenme hırsları ve elbette cinsel dürtülerinin ayaklandığı, yani sahip olmakla sahip olunma arzularının zirvelere ulaştığı bir çağda bir kızın ne istediğini bilen bir adamın karşısında doğal erime sürecini anlatıyor. İyi bir filmden beklediğimiz üzere bununla da kalmıyor, ana karakterine yalnızca kendinden büyük bir adama kapılmanın getireceği klasik çatışmaları değil, ailesine, okuluna, kaderine ve genel olarak hayata başkaldıracak ikilemleri getiriyor.

Son zamanlarda izlediğim en iyi aşk filmlerinden biri "An Education"Soundtrack şarkıları zihninize kazınıyor (özellikle Duffy. Smoke without fire). Aşk Dersi, (İngilizce orijinal adı: An Education) 2009 yapımı İngiliz filmi. İngiliz gazeteci Lynn Barber'in anılarını yazdığı otobiyografik eserden uyarlanmıştır. Filmin yönetmenliği Lone Scherfig, senaristliği Nick Hornby tarafından yapılmıştır. Oyuncu kadrosunda Emma Thompson, Peter Sarsgaard, Dominic Cooper, Rosamund Pike, ve Carey Mulligan bulunmaktadır.Carey Mulligan'ın müthiş performansı izlemeye değer. Giysiler, dekor, reprikler, mekan seçimleri herşeyiyle harika bir filmdi. Hikayeyi biraz klasik bulabilirsiniz, hatta ilk zamanlarda Jenny ve David'in aşkları sizi rahatsız edebilir ama film boyunca yaşadığı aşkla birlikte Jenny de büyüyor. "Kendimi çok yaşlı hissediyorum" sözü de bunu kanıtlıyor... Bu arada Paris sahnelerinde Audrey Hepburn'e ne kadar da benzemiş değil mi? Bazı filmlerin ruhu olduğuna inanırım hep. An Education da ruhu olan bir film... Carey Mulligan ve Peter Sarsgaard'ın oyunculuklarına bayıldım. Filmin güzel olmasının yanı sıra düşündürücü. 60'lı yılların İngiltere'sinde yaşanan bir olayı anlatmasına rağmen aslında günümüze de mesaj veren çok iyi bir film bana göre. Aile, Aşk, Eğitim, Öğüt her şey var.
Oscar adaylığı sayesinde bile olsa vizyona girmesi sevinçle karşılanacak değerli bir yapım olan Aşk Dersi, çok hareketli bir film olmasa da, senaryosuyla, dönemi iyi yansıtan görüntüleriyle, başarılı oyunculuklarıyla dikkate değer...


Taare Zameen Par (Yerdeki Yıldızlar)

“Solomon adalarında yerli halk ormanın bir bölümünü tarımda kullanmak istediklerinde ağaçları kesmezlermiş. Onun yerine ağaçların etrafını sarıp bağırarak sövüp sayarlar, lanet okurlarmış. Bir kaç güne kalmadan ağaçların yaprakları solar, kuruyup büzülür ve kendi kendilerine ölüp giderlermiş."

Nikumbh bu sözleri çocuğunun sadece tembel bir çocuk olduğunu sanıp, disiplinli bir yurda kapatan baba için söylüyor. (Aamir Khan) İzleyeceğiniz film, rekabetin içinde ezilip giden, öğretmenlerinden ve ailesinden mütemadiyen "çok yetersiz, yapamıyor, sürekli huzursuzluk çıkarıyor" denilen özel çocukların hikayesi.


Taare Zameen Par filminin teması da genel de bunun üzerine işlenmiş. Hint filmlerine olan hastalığımı daha da perçinleyen bu filmde başrolde Aamir Khan oynuyor. Sadece oynamıyor aynı zamanda ilk yönetmenliğini de bu filmde konuşturuyor. Hindistan’ın en çok kazanan aktörü olan oyuncu, 3 Idiots filminden sonra yine bir eğitim sistemi eleştirisi ile izleyicilerin karşısına çıkıyor. Sadece eleştirmekle de kalmıyor. Hindistan'da çocuk istismarı yasası'nın çıkmasına ön ayak olan, Hindistan'ın sorunlarını tarafsız ve çözümcü bir yaklaşımla ele aldığı satyamev jayate ile ülkesinde büyük bir değişime imza atmış, üstüne Time dergisine kapak olup, aynı derginin "en etkili 100 insan" listesine girmiş oyuncu, yönetmen, senarist, dünyanın değişebileceğine dair inanç tazeleten insan. Bizim ülkemize de son zamanlarda bu gibi kişilerin gelmesi ümidiyle filmi anlatmaya devam edeyim efendim.

Bir çocuğun dünyası ve hayata bakış açısı çok iyi gözlemlenmiş ve aktarılmış. Başlarda tahammül sınırlarını zorlayan bir çocuğun film sonunda hayata muhteşem dönüşü tatmin edici bir şekilde işlendiğinden izlemeye değer filmlerden. Disleksi hastalığını öğrenmemi sağlayan bu filmde, aslında birçok dahinin de bu hastalığı yaşadığını öğrendim. Albert Einstein, Walt Disney, Leonardo Da Vinci, Bill Gates, Picasso bunlardan bazılarıdır.

Sanatsal anlamda cinselliği bırakın aşkın dahi geçmediği, bunlar olmadan da film yapılacağını gösteren önemli bir yapıt olması filmi daha da önemli kılıyor. Ayrıca, Türkiye'de öğrencilere değil bütün öğretmenlere seminer konusu olarak izlettirilmesi gereken neredeyse Türk eğitim sisteminin problemlerini anlatan şükela film. Aslında herkesin izlemesi gereken bir fim. İzleyin, izletin canlarım.
Amerikan filmlerine göre çok düşük bir bütçe ile çekilen film, bütçesine göre yaptığı hasılatla birçok Amerikan filmini geride bıraktı. Taare Zameen Par, 2007 yapımı, yönetmenliğini Aamir Khan, Amole Gupte ve Ram Madhvani'nin yaptığı bir dram filmidir. Başrollerini Darsheel Safary ve Aamir Khan paylaşmaktadır.



Film Hakkında:
Disleksi(öğrenme bozukluğu) hastalığına yakalanmış küçük bir çocuk ve onu anlamayan aile, okul eşrafı. Sürekli yaramazlıklar yapan, derslerine çalışmayan, kitaplarını çöpe atan, okulu asan huysuz bir çocuk: Ishaan(Darsheel Safary). Babasından, öğretmenlerinden azar işiten, çalışkan abisine yapılan övgülerle gururu kırılan Ishaan, nihayet son çare olarak yatılı bir okula gönderilir ve demirin işlenişi burada başlar. Resim öğretmeni Nikumbh(Aamir Khan) ile tanışınca hayatı yepyeni bir mecraya akacaktır Ishaan'ın. Belirtilmelidir ki;  hem oynayıp hem yöneten Aamir Khan, resim öğretmeni Nikumbh rolünde tatminkâr. Ama filmin bombası, şüphesiz Ishaan'ı oynayan Darsheel Safary. Bollywood'un önemli organizasyonu Filmfare'de Aamir Khan en iyi yönetmen, Taare Zameen Par en iyi film, Darsheel Safary ise küçük yaşına rağmen en iyi erkek oyuncu ödülünü aldı.


17 Mayıs 2013 Cuma



My Name is Earl



"Önce kafayı çekip sonra da sarhoşken 
6 aylık hamile bir kadınla evlenmek bazıları için içkiyi bırakmak için iyi bir sebep olabilir. Ama bu bana göre içki içmeye devam etmek için iyi bir sebep" şeklinde cümlelere sahne olan,  araba tamponundaki “jesus is my airbag” yazısı ve musanın kızıl denizi ayırma dövmesi ile beni benden almış bir dizi, My Name is Earl.
Siz de absürd komedilerden hoşlanıyorsanız, My name is Earl tam da aradığınız dizi. Türkiye’de Leyla ile Mecnun furyası örneğini es geçmeyi istemem. Zira, bu ülkede de birileri artık bu tarz işler yapmaya başladı. Lise zamanlarımda CNBC-e de o dönemlerde How I Met Your Mother dizisi haricinde en çok izlediğim dizilerden biriydi. Daha sonra 4.sezonun sonunda yine bir kanal sıkıntısı yüzünden bitirilse de her bölümünü tekrar tekrar izlerim. Çünkü; izlediğim en absürd insan topluluğunun yer aldığı diziydi. Bu diziyi izlerken içinize bir mutluluk hissi yayılıyor, bulunduğunuz ortamdan çıkıp, zoru eğlenceli ve yaşanabilir hale getiren bu insanların dünyasına giriyor ve huzurlu oluyorsunuz. Keşke bıçakla kesilir gibi bitmeseydi de daha çok izleyebilseydik dedirten dizilerdendi. Ayrıca, My Name Is Earl, Emmy Ödülü (En iyi sitcom) sahibi bir Amerikan yapımı komedi tarzı dizisidir belirteyim.
Her izlediğimde çok kaliteli espriler bulduğum gülmekten kendimi alamadığım Amerika’yı ve dünyadan bihaber taşralı Amerikalıları çok güzel anlatan, gerçek Amerikan rüyasını (!) bize gösteren dizi. My name is Earl, güldürürken düşündüren aynı zamanda karma felsefesini esprili bir yaklaşımla ele almakla kalmamış kanımca bu felsefeye yeni ufuklar açmıştır. Karakterler doğal ve samimidir, ailemizin dizisi denilecek cinsten yani. Earl’ün erkek kardeşi Randy’nin saflığı ve samimiyeti dudak uçuklatır ve güldürür. En sevilesi karakterdir kendisi. Tombuldur, saftır ve sevgi doludur. Sırf Joy'un şirretliği, randy’nin saflığı, darnell’in eblek halleri için bile izlenesi bir dizidir.
Dizinin konusuna gelecek olursak; Lotodan para çıkınca karma felsefesini benimseyip yaptığı tüm hataları suçları listeleştiren ve telafi etmeye çalışan bir adamın öyküsü. Hayatında kimseye yararı dokunmamış Earl, bir gün kazı-kazan kartından 100.000 dolar kazanır. Ancak ödülü kazandıktan hemen sonra, daha parayı alamadan trafik kazası geçirmesi ve bu sırada da kazı-kazan kartını kaybetmesi yaşamını Karma (Türk versiyonu Ne ekersen onu biçersin olan, Hinduizm, Budizm gibi dinlerde kabul gören bir felsefedir) felsefesine göre düzenlemesine neden olur. Bir liste oluşturur. Bu listeye de hayatında kötülük yaptığı tüm insanların adlarını ve onlara kötülük olarak ne yaptığını yazar ve bu listedeki kişiler onu affettikce isimlerini silerek listeyi temizlemeye çalışmaktadır. Dizide Earl'ün bunu yaparken başından geçen olaylar anlatmaktadır. Earl'e erkek kardeşi Randy, Meksikalı otel hizmetçisi Catalina yardımcı olmaktadır. Onların yardımı ile Earl hayatı boyunca yaptığı yanlışları düzeltmektedir. Ancak eski karısı Joy onu engellemekte ve ikramiyeyi ele geçirmeye çalışmaktadır.

10 Mayıs 2013 Cuma


“Reyting kurbanı bir dizi daha; FlashForward”


Dünya’da herhangi bir yerde bir anda bilinç kaybı yaşadığınızı düşünün.  Tam 2 dakika 17 saniye boyunca gelecekten 6 ay sonrası bir kesit görüyorsunuz. Yalnız bu sadece sizin değil, tüm dünya’nın başına geldiğini hayal edin. Ne kaos ama. Uçak havadayken, arabada, gemide herhangi bir yerdeyken tüm insanlık bilinç kaybı yaşıyor. Ölenler, uçak düşmeleri, denizdeyken boğulanlar… Öngörüsü’nde 6 ay sonrası hamile olanlar, suikasta uğradığını görenler, eşini aldattığını görenler… Bir de bu öngörü de hiçbir şey göremeyenler var. 6 ay sonrasında yaşamayacağını düşünenler. Kadere razı mı gelirdiniz yoksa gördüğünüz geleceğin gerçekleşmemesi için her şeyi yapar mıydınız? İşte FlashForward böyle bir dizi. Her ne kadar kanal ile ilgili sıkıntılar yüzünden dizinin ömrü bir sezonla sınırlı kalmışsa da size tavsiyem böyle bir diziyi izlemeden geçmeyin.


Ana tema olarak kaderi işleyen, geleceği bilme fantezisinin insan hayatındaki yansımalarını konu alan, sürükleyici bir dizi. Flashforward’ın kelime anlamı ise “Geleceğe Atlayış”. 24 Eylül 2009 tarihinde yayına başlayan ve “Yeni Lost” olarak lanse edilen bir diziydi Flashforward. Daha başlamadan, hakkında bir sürü haber gelen, üzerinde konuşulmaya başlanan dizi, sezona beklendiği kadar hızlı bir giriş yaptı ve olumlu eleştiriler de aldı. ABC’nin dizinin olduğu saatte maçları yayınlaması ve daha sonra bölümlerin aylarca yayınlanmaması seyirciyi huzursuz edince dizinin sezon finali zoraki olarak final olarak yayınlandı. Seyircilerin imza kampanyaları ve binlerce insanın bayılma taklidi yaparak diziyi geri istemesi işe yaramadı.Kanal dediğim dedik çıkınca Reyting kurbanı olan diziler kervanına Flashforward da katılmış oldu. Flashforward dizisi, Hugo ve Nebula ödüllü Kanada’lı bilimkurgu yazarı Robert J. Sawyer‘ın 1999′da yazdığı aynı isimli romanın uyarlaması olduğunu da belirtmeden geçmeyeyim.  İzleyenlerin kafalarında soru işareti bırakarak, şahsen benim bitmesine oldukça üzüldüğüm dizilerdendir.

10 Nisan 2013 Çarşamba


10 Items or Less / Ekspres Kasa

Bu filmde bir o kadar haylaz Morgan Freeman'ı daha çok seveceksiniz.


Sadece 82 dakikanızı ayıracağınız, çok samimi ve bitince yüzünüzde gülümseme bırakan nadir filmlerden Ekspres Kasa. Öncelikle söylemeyi isterim, basit ve sıradan bir film olmasına rağmen izlerken eğlendim. Ayrıca müziklerine bayıldımmmm. Morgan Freeman için izlemeye başladığım, neden İspanyol değilim ki dedirten Paz Vega’nın başrolde olduğu, 2006 yapımı bir film. Oyunculuk kariyerinin son yıllarına gelmiş bir yıldız(Morgan Freeman) kendini Amerika yollarına atmasıyla hikâyemiz başlıyor. Daha sonra, bir markette İspanyol kızımız Scarlett ile karşılaşır. Konunun sevimli tarafları çok fazladır ve yine her şeyiyle doğaldır. Birbiriyle zar zor iletişim kurabilen bu ikilinin birlikte 5-6 saati geçirmesi üzerine mizah ve hüzün dolu dostluğu üzerine kurulu bir film.
Gürültülü patırtılı ya da kafa karıştıran filmlerden doğallığıyla ayrılıyor Ekspres Kasa. Onca şatafatlı filme bakınca bazen sade ve dinlendirici bir şey izlemek istiyor insan buda işte öyle bir film. Yüksek maliyetli kafa yoran senaryolu Hollywood filmlerinden bu yönüyle ayrılıyor. Hayata bakış açısında farkındalık yaratmayı amaçlayan filmde, adından da anlaşıldığı üzere hayatta değer verdiğiniz 10 ya da daha az şey üzerine kurulu. Filmin Morgan Freeman’ın başından geçen eğlenceli bir hikâyesi olması da ayrı bir güzel. Freeman bu filmde birebir kendini oynamıştır. Paz Vega’ nın oyunculuğuna değinmek gerek arkadaşlarım... Gerçekten çok güzel bir oyunculuk sergilemiştir ve Scarlett karakterini çok güzel yansıtmıştır… Morgan Freeman’ın oyunculuğuna ise söz yok. Filmi güzelleştiren Freeman’ın ta kendisi…
Verecek büyük bir mesajı olmayan, sonuyla sizi koltuğa yapıştırmayan ama zaten bunları kanıtlama gayesiyle yapılmamış içten, sıcak ve sonunda yüzünüzde bir tebessüm bırakan bir film. Filmin en güzel sahnelerinden biri de iki ana karakterin arabayla yolcukları sırasında ilginç bir düete imza attıkları sahnedir. Morgan Freeman, Paz Vega'yı gidecek olduğu iş görüşmesinde başarılı olması için motivasyon ürünü bir şarkıya başlar ardından Paz Vega da klasik bir ispanyol şarkısını ona öğretmeyi dener, olaylar gelişir. Ayrıca tam anlamıyla "kendini iyi hisset" filmidir.
Filmde Morgan Freeman’ın Paz Vega’ya söylediği bir sözleri de yazmadan geçmeyeyim. “Sen 25 yaşında hayata küsmüşsün... Ben ilk filmimi figüran olarak 32 yaşında çektim" repliği bile filmin özünü anlatmış.

Buyrunuz, filmden iki şarkı J




8 Nisan 2013 Pazartesi

Hem yüreğinizi ısıtacak, hem de yüzünüzü güldürecek güzel bir film, 
Can Dostum

Zamanın nasıl geçtiğini anlayamadığım ve bitmesini hiç de istemediğim bir film, Can Dostum. Birçok ülkede izlenme rekorları kıran filmi izlerken, bunun tesadüf olmadığını anlamış bulundum. Demek ki güzel ve çarpıcı bir film yapabilmek için süper star oyuncularınız, milyon dolarlık efektlerinizin olmasına gerek yokmuş. Sıcacık, samimi ve içten bir filmle de bunu başarabiliyormuşsunuz.

Can Dostum (Fransızca adıyla Intouchables), yönetmenliğini Olivier Nakache ve Éric Toledano'nun üstlendiği, komedi-drama türündeki 2011 yapımı Fransız filmi. Başrollerini François Cluzet ve Omar Sy paylaşıyor. Yamaç paraşütü kazası sonrası boynundan aşağısı felç olan bir adam ile kendisine yardımcı olması adına işe aldığı yardımcısının hikâyesini anlatıyor. İzleyen herkesin seveceği hep yanında olmasını isteyeceği bir dost var hikâyemizde. Bedensel engelli zengin Philippe ile banliyö delikanlısı Driss’in sıra dışı arkadaşlığını anlatan filmde, Philippe'nin çok parası, her ihtiyacın hizmet eden ayrı ayrı hizmetçileri, bir dünya akrabası var ama aslında ihtiyacı olan tek şey samimi bir dost. İşte tam bu noktada iş başvurusu için gelen İdris yani Driss devreye giriyor. Driss’in bu kadar sempatik olması da filme daha farklı bir hava verdiği kesin. Fransızların o kültür kokan ihtişamlı hayatlarını tamamen eğitimsiz bir siyah adam tarafından renklenmiş olması filme bir mana kazandırıyor. Yanlış olmasın, ben Fransız esintisine bayılırım, onların ışıklı caddeleri, görkemli yaşantıları, kadınları ve tabii ki o Fransızcanın büyülü sesi, hepsi güzel… J

Her neyse, bu film, Omar Sy'ın yani Driss’in,  César Ödülüne layık görülen ilk siyah oyuncu olarak tarihe geçmesine de katkıda bulundu. Film, gerçek bir olaydan esinlenilerek uyarlandı. Daha doğrusu, Philippe Pozzo di B

orgo’un Can Dostum isimli kitabı 30 milyonu bulan gişesiyle tüm zamanların en çok izlenen filmi oldu. Philippe, can dostu driss’le olan dostluğunu şöyle anlatıyor:  “Ben aristokrat gibi yaşamayı sevmediğim ve bu ortamdan uzaklaşmak bahanesi ile yamaç paraşütünü hobi edindim... Ancak kazadan sonra mecburen bu ortama bağlı kaldım... Kimseye kendimi anlatamadım... Bana bakacak birini değil beni tekrar özgürlüğüme kavuşturacak birini arıyordum ve karşıma idris çıktı ve benim aristokrat olmayan tarafıma hitap etti, aradığım arkadaşı bulmuştum... Telefon çaldığında bana telefonu uzatıyor unutuyor, başım dışında hiçbir uzvumu kullanamadığımı.  Hiç bir şekilde bana acıma göstermiyor. Bana acıyacak birini değil, dost istiyordum.”

Filmin sonunda da gerçek kahramanlarımızdan bir kesit veriliyor. Driss ablası öldüğü için Fas’a gidiyor, can dostu da peşinden oraya yerleşiyor. Philippe şimdi evli ve 2 çocuk babası, Driss ise bir şirketin sahibi, evli ve 3 çocuk babası.

Konusunu gerçek hayattan alıyor olması da filmin çekiciliğini arttırıyor. Filmde ki oyuncuların role bire bir uyması, en duygusal anı bile yalın bir şekilde abartısız dramatize etmeden hatta tebessüm ettirerek yansıtan süper film. Kısacası, izleyin kaçırmayın, üzülmeyin. J
                                                                                     Esas kahramanlarımız. Driss ve Philippe

25 Mart 2013 Pazartesi



Bol entrikayı sevenlerin dizisi REVENGE.



“İntikam peşindeysen, iki mezar kazmalısın” Konfüçyüs


İntikam’ı, bol entrikayı seven biri olarak, dizisiz kaldığım bir dönemde öncelikle adından etkilendiğim, sizin de seveceğinizi umduğum bir dizi var. Kendisi Revenge. Tabi ki daha sonra da aldığı yorumlar ve İMDB puanının da iyi olduğunu görünce başladığım bir dizi olur kendisi. Tam bir entrika zincirini ekrana getiren Revenge'in biraz pembe dizi havası taşıdığını itiraf ederek, adından anlaşıldığı gibi bir öç alma hikayesi olduğunu söyleyebiliriz. Her diziye başlayabilen biri olmadığım için izleyeceğim dizinin beni ilk önce bir şekilde bağlaması gerekir. Bu dizide olduğu gibi bazen ismi, bazen konusudur. Çünkü; başladığım diziyi bitirmediğim olmamıştır. Bu yüzdendir ki, hele ki o diziyi sevebilmişsem, çoktan bağlanmışımdır. Oyuncuların özel hayatlarına varana kadar her bir şeyini araştırıp, bilmemin bir sebebi de budur. Mesela, dizimizin başrol oyuncularının, Emily VanCamp ve  Joshua Bowman gerçek hayatta da birliktelik yaşadıklarını bu şekilde öğrendiğimi söylememe gerek yok sanırım. :)

Gelelim Revenge’in konusuna, kelime anlamı intikam anlamına gelse de revenge, rövanş’tan gelir. Pek aşina olduğumuz Alexandre Dumas’ın Monte Kristo Kontu romanının, modern ve dişi versiyonu diyebiliriz, ‘Revenge’ için. Konfüçyüs’ün, “İntikam peşindeysen, iki mezar kazmalısın” alıntısıyla açılan dizi, Amerika’nın zengin sayfiyesi Hamptons’da geçiyor. Güzel, iyi kalpli, zengin bir genç kadın taşınıyor mahalleye; Emily Thorne. Hemen sonra Emily’nin hiç de göründüğü gibi olmadığını fark ediyoruz. Terörizm suçundan yargılanan ve ölen David Clarke’ın kızı Amanda Clarke’ın, ismini Emily Thorne olarak değiştirip, intikam için döndüğünü anlıyoruz. Emily (Amanda) dokuz yaşındayken, Grayson Global şirketinin sahipleri, şirketin işlediği terör örgütünün parasını aklama fiilini, Emily’nin babasına yıkıyor. Müebbet hapse mahkûm olan baba hapiste ölüyor. Emily, bir daha babasını hiç görmüyor. Ancak sonra babasının suçsuz olduğunu, babasının bıraktığı bir yol haritası sayesinde anlıyor ve 17 yıl sonra kente dönüyor…

Dizinin ilk bölümüne değinecek olursak, Emily Thorne, adlı genç ve güzel kadının nişan partisinde başlıyoruz diziye. Havai fişek seslerine plajdan gelen silah sesi eşlik ediyor ve ardından kendi nişan partisinde ortalarda görünmeyen damat adayının cansız bedeninin kumun üzerine yığılma sesi. Kendimizi olayların ortasında bulduğumuzu zannederken bir anda 5 ay önceye dönüyoruz, her şeyin başladığı yere...

Revenge ilk beş bölümde ki gibi “her bölüm birinden intikam alma” formülünü bir süre sonra terk ediyor. Hikâye daha heyecanlı bir hal alıyor. Karakterleri sevmeye başlıyorsun. Karakterler derken Victoria Grayson rolüne hayat veren Madeline Stowe’dan bahsetmemek acımasızlık olur. Zira, diziyi sevme sebeplerimden biri de o. Kötü mü yoksa iyi mi bir türlü karar veremediğim Victoria’nın Conrad Grayson isimli kocasına ise Tudors’tan hatırlayacağımız, Henry Czerny hayat veriyor. Cool tavırlarıyla dikkat çeken oyuncunun bir de oğlu Daniel Grayson var. Sevdiğim bir karakterde Nolan Ross. Emily’nin en yakın arkadaşı olan Nolan, rahat tavırları ve harika eviyle de kendisini fazlasıyla sevdiriyor. Emily, intikam için birlikte olduğu Daniel Grayson ve çocukluk aşkı Jack Porter arasında iki ateş arasındadır. Buraya kadar her şey iyi de ben Jack Porter karakterini canlandıran oyuncuyu pek yakıştıramadım. 
Klasik intikam dizilerinden başka bir farkı da, yüzüp yüzüp kuyruğuna gelince intikamdan vazgeçen diziler gibi de değil. Acıma duygusu sıfır olan Emily Thorne, tabiri caizse düşmanlarından intikamını söke söke alıyor. Hayatını çalanlardan intikam uğruna düşmanın yatağına bile girilebileceğini çok güzel kanıtladığı, Nolan Ross gibi süpersonik ve bilişimci bir arkadaşınızın olmasının ne kadar faydalı olabileceğini hepimize gösteriyor.


Revenge & İntikam Dizilerinin Karşılaştırılması


Uyarlama dizilere karşı bir ön yargım yok, fakat Revenge’i izlemeye başladığım günlerde dizinin uyarlamasının çıkacağını öğrenmemle önce şaşırdım, sonra sakin ol bir de bunu izle bakalım nasıl olacak öyle karar ver dedim kendi kendime. İntikamı da izledim, Revenge ile kıyaslandığında İntikam’ın yetersiz kaldığı bir gerçek. Her ne kadar 3 başrol oyuncusu Türkiye’nin en iyilerinden olsa da… Uyarlamalar orjinali ile karşılaştırılır… Kimi zaman orjinali iyi bulunurken,  kimi zaman uyarlaması… Lakin yine de karşılaştırma olur. Revenge, hem pembe dizi kıvamını tutturan, hem esaslı bir intikam öyküsünü anlatan hem de zenginlik ve paranın göz kamaştırdığı bir dizi. Dolayısıyla, uyarlama haberi hiç de şaşırtıcı olmadı...


Ben kendi adıma Beren Saat’in bu dizide ki oyunculuğunda duygu eksikliği gördüm. Birincisi, orjinalinde ki oyuncunun güzelliğiyle göz dolduran bir oyunculuğu varken, Beren’in kısa pantolonları beni benden alıyor. Beren olmamış karaktere girememiş bu gayet açık ve net. Grayson ailesinin uyarlaması olan Arsoy ailesi fazla çakma sanki. Hepsi bir alaka ayrı telden çalıyor. Bir kere, dizide afişten, repliğe kadar Revenge ile aynı. Revenge,  40 dakikadan 22 bölümlük bir diziyken, İntikam seyircileri 90 dakikadan 40 bölüm kaldırır mı bilinmez?  


Dizide ki diğer oyunculara değinecek olursak, dizinin 
orjinalinde yer alan Jack Porter karakterine Nejat İşler hayat veriyor. Revenge’de ki oyuncudan daha çok yakıştığını söyleyebilirim. Mert Fırat zaten tartışmasız asil ve çok iyi bir oyunculuk sergilerken, Nolan Ross karakterini canlandıran Engin Hepileri ise dizide ki tek kazançlı kişi olacağa benziyor. Bu diziyle dönüm noktası yaşayacağı şimdiden konuşulurken, Victoria Grayson rolünü canlandıran Şahika karakteri bana fazla yapmacık geliyor. O saçlar nedir öyle, zenginsin bakımlısın ama yok, saç ofsayt. Orjinalinde ki o güçlü, taş gibi kadın yerine Şahika rolünü oynayan oyuncu yerine bir başkası olabilirdi.

Orjinalinde, biseksüel olan Nolan Ross’u, İntikam’da biseksüel yapmamak için, erkek karakteri kadınla değiştiren intikam senaristine buradan el sallıyorum. Türk dizilerinde de sevişen iki erkek görmek artık olmalı. Türk halkının yaşanacak sahneleri kaldıramayacak kadar homofobik olmasından kaynaklandığı apaçık ortada fakat, yapımcıların üzerindeki baskı beni bile rahatsız etti ister istemez.
İki dizinin genel sonucu Revenge izlemiş biri olarak, İntikam izlemek çok zor. Ama eğer Revenge izlemediyseniz izlenebilitesi olan bir dizi… Revenge izleyenler için kıyaslama yapılmaya başlanınca, İntikam’ı izlemek sıkabiliyor. İntikam yerine daha iyi bir dizi izlemeyi istiyorum diyenler, Revenge izlesinler. Yok, ben Türk dizileriyle mutluyum, bu yeterli benim için diyorlarsa hiç izlemeye kalkışmasınlar Revenge'i. 

                          
        
Revenge’in başrolü, Emily VanCamp ve  İntikam'ın başrolü Beren Saat.




       Revenge’in kaptanı Jack Porter, burada Rüzgar Denizci, yani Nejat İşler.


Gabriel Mann’in oynadığı Nolan Ross karakterinin 
uyarlamasında Engin Hepileri canlandırıyor.


Revenge’te, Daniel Grayson’u canlandıran Joshua Bowman ve İntikam'da ki Emre Arsoy'u oynayan Mert Fırat. 

17 Mart 2013 Pazar

Dizi ve Film Replikleri




Aşkın 500 Günü Replikleri






Esaretin Bedeli Replikleri



Leyla ile Mecnun Replikleri



İşler Güçler Replikleri



Bir gün Replikleri


 Belki kavga edebiliriz, küs kalabiliriz, birbirimizi üzebiliriz, mutsuz edebiliriz. Ama ne olursa olsun her gece benle uyu. (One Day)


  P.s I Love You Replikleri




Midnight in Paris Replikleri


“Eğer hikaye gerçekse, yazılanların hiçbiri kötü değildir.”

Game of Thrones izleyin, izletin.


Siz de ne izleyeceğine karar veremeyenlerden misiniz? İzlediği dizisi biten, ne yapsam da hangi diziye başlasam diye mi düşünüyorsunuz? Üzülmeyin, size çok güzel önerilerim var… Dizi, filmler ve oyuncular hakkında bilgileri de bulabileceğiniz bir blogla huzurunuzdayım.

Game of Thrones bugüne kadar yapılmış en büyük dizi yatırımıdır. Farklı ülkelerde eş zamanlı çekim yapan ekibi, kusursuz çekim mekanları, ilgi çekici diyalogları, zengin karakter ve olay örgüsü ile her bölüm sonunda insana " yine mi sıkıcı dünyama geri döndüm" dedirten cinsten bir dizi olduğunu söylemek yeterlidir.

3.Sezonu 31 Mart’ta başlayacak…Sevenlerine duyurulur J

Game of Thrones(Taht Oyunları), David Benioff ile D. B. Weiss tarafından yaratılan fantastik televizyon dizisidir. Dizi, ABD televizyon kanalı HBO'da yayınlanmaktadır. George R. R. Martin'in epik fantezi serisi Buz ve Ateşin Şarkısı'na dayanmakta olan dizi, adını serinin ilk kitabından almaktadır. Kuzey İrlanda, Malta, Hırvatistan, İzlanda ve Fas'taki mekanlar ile Belfast'taki bir stüdyoda çekilmektedir. İlk bölümü, 17 Nisan 2011 tarihinde HBO'da yayınlandı. Şu an ikinci sezonu mevcut olan dizinin 31 Mart 2013 ten itibaren 3. Sezonu gösterime girecek.

3.Sezon fragmanını izlemek isteyenlere...

Dizinin konusundan bahsedecek olursak;

GAME OF THRONES HAKKINDA

Game of Thrones George R.R. Martin’in çok satan romanından uyarlanan yeni bir HBO dizisi. Yazların yıllarca sürdüğü ve kışların da bir ömür geçmek bilmediği bir dünyada, Westeros hükümdarlığı kefaretini ödemekteydi. İhanet, şehvet, ayak oyunları ve doğaüstü güçler, entrikacı güney ve yabani doğu topraklarından, soğuk kuzey ve arkasında karanlık diyarları zapt eden Kadim Duvara kadar Krallığın dört bir köşesini hırpalıyor idi. Krallar ve Kraliçeler, Şövalyeler ve sürgündekiler, düzenbazlar ve asiller ‘Demir Taht’ için kanlı bir mücadeleye tutuşurlar. Bunca taht oyununun içinde bizden bir oyuncu da karşımıza çıkıyor. Duvara Karşı filmiyle tanıdığımız Sibel Kekilli'nin oyunculuğuna diyecek laf yok. Sibel Kekilli'yi gördüğümde çok güzel bir kadın diye içimden geçirirken fark ettim. Ayrıca, dizinin +18 yaş olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. 
Bence kaçırmayın derim, hem zevkli hem sürükleyici olan dizinin, yeni sezonunu sizin için beklemek ızdırap bile olabilir. Benden demesi :)